Halı sahada bir KAZMA!


Geçen gece, bu blogda da yazarlığı bulunan -fakat daha bir numarasını göremediğimiz- sevgili kardeşim, beni her hafta düzenledikleri halı saha maçına davet etti. Uzun zamandan beri davet eder dururdu zaten ama ben hiç gitmemiştim. Hatta itiraf etmeliyim ki genelde türlü mazeretler uydururdum. Gitmek istemememin nedeni yıllardır futbol oynamamış ve iyice hamlaşmış olmamdı. En son lisede öğrenciydim ben futbol maçı yaptığımda. Maç yapacağım kişilerin neredeyse hepsi 17-18 yaş aralığındaki gençlerdi. Ben ise 24 üne merdiven dayamış bir moruktum. (kendi adıma konuşuyorum) Üstelik sigara içen biriydim ve bu yüzden koşamıyordum. 

Neyse, kardeşimin 58. maça çağırma konuşmasında, inadına, kararlılığına, daha fazla ayak diretemeyip -üstelik mazeretlerimde tükenmişti- tamam dedim, geliyorum bu sefer. Ancak kimsenin benden fazla bir şey beklememesini söyledim.

Gecenin 11 inde, maç yapacağımız yere gittik beraber. Gece saat 12 yi vurduğunda kendimi halı sahanın ortasında üzerimde bir biple buldum. Aslında eskiden iyi oynardım ben bu futbol denen mereti. İyi oynardım derken aklınıza Pele, Maradona gelmesin elbette. Kendi çapında iyi bir savunma oyuncusuydum. Hatta bir aralar kaleciliğim bile gayet iyiydi. Birkaç çalım tekniğim bile mevcuttu hatta. Neyse maç başladı. Yaklaşık 15 dakika sonra sahada pili bitmiş, yere yığılmamak için kendini zor tutan, dili dışarda ve nefes alış verişi takım arkadaşları tarafından gayet net duyulan bir savunma oyuncusuydum. Kaleye de geçmiştim bir ara. Tabi o sırada yediğim iki enfes gol, moralime moral katmıştı. Ulan baya baya takozlaşmışım ben dedim. Allahtan kardeşim iyi oynuyordu da aile şerefimiz iki paralık olmaktan kurtuldu. :) 

Dilim damağım birbirine yapışmış, ordan oraya koşarken, bir de giydiğim ayakkabıların suni çim sahada sürekli kayması, beni daha da beceriksiz biri olarak göstermeye yetmişti. Ne zaman tüm gücümü toparlayıp koşmaya başlasam sonu yerde bitiyordu. Söve söve bir hal olmuştum artık. Ulan zaten oynayamıyorum bir de ayakkabılarım bana ihanet ediyordu. Hele tüm gücümü toplayıp sağ kanattan yaptığım atağın sonu tepe taklak yuvarlanıp dizlerimin üzerinde bir müddet kaymak olunca, işin tadı iyice kaçmıştı benim için. Az daha yuvarlansaydım, kornere çıkıyordum.

Diğer gençler tazı gibiydi. Hatta kardeşimin öğretmeni olan 30 küsür yaşındaki kişi dahi benden iyi koşuyordu. Ben ise defansta topu alıp orta sahada bir başkasına bırakıyordum. Daha fazlasını gözüm almıyordu çünkü. Gerçi bir iki hoş sayılabilecek şeyler de yaptım ama kazmalıklarımın arasında onlar da eriyip gitti elbette.

Sonuç olarak 1 sayı farkla yenildik. Maç sonu konuşmalarda bu bir farkı bana yükleyebileceklerini, takımın en kötüsünün ben olduğumu söyledim. Başarıyı kabullenmek kadar başarısızlığını fark etmekte bir erdemdir değil mi? :) 

Eve dönerken kardeşime beni bir daha böyle tazı gibi adamlarla maç yapacakları zaman çağırmamasını önerdim. Bu onların takım olarak menfaatlerineydi.

İllaki toplumsal mesaj isteyen bünyeler için söyleyebileceğim şey ise; sigaranın sağlığa zararlı olduğu ve sigara içip, uzun zamandır spor yapmıyorsanız, -benim gibi- kendinize birden yüklenmemeniz, önce biraz koşarak, yüzerek, şınav, mekik, açma germe vb gibi hareketlerle kendinizi alıştırmanız gerektiğidir. Ha benim ciğerlerim sağlamdır, aygır gibiyimdir diyorsanız o zaman ne haliniz varsa görünüz efendim. :) 

Yorumlar

Yorum Gönder

İki çift lafım var!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk Dünyası Müzikleri

Böbreğime Kum Doldu Atmaya Kürek Gerek!

Linux Terminalinde Eğlenceli Sürpriz Yumurtalar