İç Hesaplaşma

Kendimden hoşlanmadığımı fark ettim bugün. Gerçi bunun uzun zamandır farkındaydım ama bugün daha bir hisseder oldum bunu. Yanlış anlaşılmasın kendimden nefret etmiyorum, bilakis seviyorum efendim kendimi ama ne bileyim değişik bir şey işte anlatması uzun sürer. Böyle "bir kendine faydası yok" adamlardanım ben. Gerçi topluma da bir faydam yok, en iyisi itlaf etsinler beni, arıyorum belediyeyi...

 Hani böyle insanlar vardır ya bütün dünya onların etrafında dönsün isterler. Hah işte ben onlardan değilim ya. Dünya benim şeyimde değil. Dolayısıyla ben de Dünyanın şeyinde değilim. Kimin şeyi kimin şeyinde onu da bilmiyorum, ortada bir şey var ama neyse...

Hayaller kurarım ben yatağa girer girmez, uyuyuna kadar onların gerçekleştiğini düşünürüm, hatta bunu resmen hissederim. Çoğu kez o kurduğum hayallerin büyüsüyle kendimi yatağın içinde sırıtırken bulurum. Baya bildiğiniz "arkası yarın" hayallerim vardır benim. Eğer birşeyleri hayal ederken uyuyup kalmışsam o hayali sonraki gece aynı bir dizinin yeni bölümü gibi hayal eder, geliştirir, yeni olaylar, mekanlar, karakterler falan sokarım o hayale. Hatta bazen yeni bölümü merak ettiğim için erken yatağa girdiğim bile olur. Uykuya direnerek yeni bölümü yaratırım kafamda ve oynarım. Evet haklı olabilirsin sevgili okur sanırım biraz manyağım.

Sert görünüşlü biriyimdir. Beni yolda tek başıma yürürken, ya da bir bankta oturmuş etrafı seyrederken gören biri az önce birileriyle kavga ettiğimi ve sinirimin burnumda olduğunu düşünebilir ama büyük bir ihtimalle alakası bile yoktur. Yaratılış ne yapayım yahu. Aslında her insan gibi gülerim de ben.

Sessiz biri olarak tanınırım hep. Aslında o kadar da sessiz değilimdir, sadece gevezelikten hoşlanmam. Gereksiz konuşan, sürekli tespit yapan, her haltı eleştiren, seri şekilde berbat espriler yapan biri olmaktansa sessiz biri olmayı tercih ediyorum belki de sadece. Ama keyfim yerindeyse, bir miktar alkol tüketmişsem, konuşmak istediğim ya da konuşmanın faydalı olacağını düşündüğüm bir konu bulursam konuşurum niye konuşmayayım. Bilmiyorum belki de kendimi avutuyorumdur. Belki de tutukluğumu, çekingenliğimi gizlemek için zırvalıyorumdur. Henüz bu konunun içinden ben de çıkabilmiş değilim.

En mutlu olduğum yer evimdir. Severim evde takılmayı. Hatta yalnızlığı da severim, tabi dozu kaçmadığı sürece. Yoksa bir müddet sonra zihnimde ikinci bir dozi yaratıp onunla konuşmaya hatta tartışmaya başlarım. Eğer evde yiyecek birşeyler, cebimde biraz param, zulamda yedek bir paket sigaram, demlikte de çayım varsa gerisi boştur benim için.

Takıntılı biriyimdir. Bazen fazla kontrolcü, bazen de "koyver gitsin"ciyimdir.

Düşüncelerimden kolay kolay taviz vermem. Birilerinin beni ikna etmesi, düşüncelerimi değiştirmesi için sağlam kanıtlar, belgeler falan getirmesi gerekir. Her söylenene inanmam, oturur araştırırım. Eğer bildiğim, düşündüğüm şeyin yanlış olduğunu fark edersem ancak o zaman karşıdaki insanın düşüncesine katılırım. Bir konu hakkında yeterli bilgim yoksa o zaman da fikir beyan etmekten kaçınırım. Belki de kendi adıma söyleyebileceğim en iyi huylarım bunlardır.

Aniden sinirlenip garanti kapsamından çıkıp arıza yapabilirim. Ya da birden bire duygusallaşıp iki damla gözyaşıyla bir şarkıyı selamlayabilirim. Kimsenin gülmediği bir durumda ben kahkahalara boğulabilirim.

Yeni birileriyle tanışırken, fazla kalabalık bir ortama girerken, yolda yürürken tanıdığım ama beni hatırladığından şüphe duyduğum birini görünce, stres yapar, bir an için ne diyeceğimi, nasıl yürüyeceğimi unuturum.

Bazen bu yazıda da gördüğünüz gibi bir konuya bir dalarım bambaşka bir konudan çıkarım. Oh be biraz içimi döktüm rahatladım. Sonuna kadar sabredip okuyanlardan zamanlarını çaldığım için özür dilerim. Ama bir yerlere yazmak istiyordum bunları. Güzel bir şarkıyla huzurlarınızdan çekilmek istiyorum:

Duman - Kırmış Kalbini

Yorumlar

Yorum Gönder

İki çift lafım var!

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk Dünyası Müzikleri

Böbreğime Kum Doldu Atmaya Kürek Gerek!

Linux Terminalinde Eğlenceli Sürpriz Yumurtalar